29 Nisan 2008 Salı

GÖKKUŞAĞI KEK


Sevgili arkadaşlarım, bu aralar sizleri çok ihmal ettiğimi biliyorum...Ne olur bana kızmayın...en yakın zamanda tam gaz aranızda olacağım ama bir süre daha yoğunluğum devam edecek gibi görünüyor...Bu süre içinde eski blogumdan bu tarafa aktaramadığım bir kaç tarifi ekleyeceğim.

Tarife geçmeden önce dostluk haftası mesajı gönderen tüm arkadaşlarıma çok çoook teşekkür ediyorum, aynı hafta içinde size mesaj gönderme fırsatım olmadı belki ama ben de sizleri çok seviyorum, sizler de iyi ki varsınız.


Gökkuşağı kek benim ilk gözağrım...İlk blogumu açtığımda yazdığım ilk tarif... ilk yorumlar... ilk merhaba ve ilk dostluklar...


İşte görünümü kadar tadıyla da etkileyici bir kek. Ablamın tarifine gıda boyasıyla oynama merakım eklenince ortaya bu süper kek çıktı.İşte tarifi;

Malzemeler:
3 yumurta
1 su bardağı şeker
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı sıvı yağ
3 su bardağı un
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
1/2 su bardağı damla çikolata
gıda boyası
Sırasıyla tüm malzemeler (damla çikolata ve gıda boyası hariç) karıştırıldıktan sonra hamur 3 veya 4 parçaya ayrılır ve her parçaya farklı renkte gıda boyası katılır. Yağlanmış kek kalıbına renkli hamurlar sırayla dökülür, 2 renk hamurdan sonra damla çikolata serpiştirilerek kalan hamurlar da sırayla kalıba dökülür. 175 C fırında 35-40 dak. pişirilir. Afiyet olsun...

21 Nisan 2008 Pazartesi

NAZAR ÇİKOLATA TOPLARI (Truffle)

Uzun bir aradan sonra nihayet yeniden burdayım. Yazacak öyle çok şey birikti ki, nerden başlasam bilmiyorum... Malumunuz blogcuların yaşadığı şanssızlıklar, aksilikler, hastalıklar öyle üst üste gelmişti ki, bizler de (Ben, Hülya ve Bilun) bir nazar etkinliği düzenlemeye karar vermiştik. Nazardan çok bahsetmek daha mı çok nazara getirdi bilinmez ama etkinliğin hazırlık dönemince de aksilikler peşimizi bırakmadı...Üçümüz de (ve bir çok blogcu arkadaş daha) ard arda hastalandık, bizim hastalıklarımız bitti, yakınlarımız hastalandı... İşler beklenmedik şekilde yoğunlaştı... Hadi arada etkinlik için bişeyler hazırlayayım dedim...Ara ki mavi boya bulasın...Etkinliğin bitimine 4 gün kala mavi gıda boyama kavuştum. Satıcı boyaya gösterdiğim bu anlamsız tezahürata ve sevince bir anlam veremedi tabii...
Kendi düzenlediğimiz etkinliğe hazırlanmak için son üç günde parça parça vakit bulabilmek doğal olarak bünyeye biraz asabiyet yaptı ... Neredeyse tüm hafta sonu adlandırılamayan (ben adını koymuştum çoktan ama evdekilerin haberi yok)bir sinirlilik durumu yaşadım. Cumadan çikolata topları için pandispanyamı yaptım, robottan geçirip ufaladım ve buzdolabına kaldırdım.

Cumartesi günü biraz sakinleşmeme yardımcı olan çok keyifli bir öğlen yemeği yedim... Üye olduğum http://www.ikizanneleriyiz.biz/ grubunun Ankaralı ikiz anneleri 4. bluşmasına katıldım. Kimiyle yeni tanıştığım, kimiyle önceki buluşmadan tanışık olduğum birbirinden tatlı, sıcak, hoşsohbet hanımlarla yenen bu güzel yemeğin ardından eve geldim ve çikolata toplarının çikolata kaplamalarını hazırlamaya başladım...

100 ml sıvı kremayı ısıtıp, ocaktan aldıktan sonra içine küçük parçalara ayırdığım 80 gr. sütlü çikolatayı ilave edip eriyene kadar karıştırdım (çikolata miktarını biraz daha fazla veya kremayı daha az koysam sanırım daha çabuk sertleşecekti) Karışımı önceden robotta ufaladığım kek parçalarıyla karıştırıp sertleşmesi için dolaba kaldırdım...Beklerken duramadım, şeker hamurundan boncuklar yapıp kendi çapımda eğlendim (mavi boyayı satan adam bi de bu hallerimi görseydi...)


Çouklara minik pastacıklar yapmak için ayırdığım ufak kek parçalarıyla yaptığım pastacıkları bu boncuklarla süsleyip çocukları da eğlendirdim.


Sabırsızlığıma yenik düşerek aynı ölçülerle, bu sefer beyaz çikolata ile hazırladığım çikolatayı üçe bölüp sarı ve mavi renk gıda boyasıyla renklendirdim ve yeterince donmalarını beklemeden boncukları yaptım (sabretmeyen derviş daha düzgün boncuklarla muradına erememiiş..)
Nihayetinde son gün çikolata toplarım hazırdı...Başına nahoş bir kaza gelen cep telefonumun ardından nihayet aldığım yeni fotoğraf makinemle resimlerini çektim ama bilgisayara aktarıp yazımı hazırlamaya fırsat bulamadım...
Etkinlik günü geldi çattı ama benim yazı hala hazır değil...Akşam olmuş ben ha babam resim hazırlamaya çalışıyorum ki, etkinlik için gelen tarifleri hazırlayıp yayımlayalım...Tam resimleri ayarladım kaydetmek üzereydim ki, canım ülkemin güzel başkentinde elektrikler kesildi, benim emeklerim de aynen çöpe gitti. Yaklaşık 2 saatlik mini! bir kesintinin ardından gecenin bir vakti yazımı yazmayı başarabildim...
Bu işten en karlı çıkanlar da, 3 günde fasılalı olarak hazırlanan çikolata toplarını 3 dakikada mideye indiren çocuklar oldu...

Dilerim bu etkinlikle birlikte tüm aksilikler son bulur, kem gözler bizlerden uzak olur.
Son olarak da etkinliğimize katılan, destek veren ve takip eden tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Not: Geçiktiği için katılamayan arkadaşlarımız için tarif gönderme süresini hafta sonuna kadar uzattık.

14 Nisan 2008 Pazartesi

HAMSİ TAVA

Nihayet daha iyiyim (bir türlü "tamam, iyileştim " diyemediğimin farkındayım, ama dinlenmeyince tamamen iyileşilmiyor işte...) Bu süre içinde dostlarımı çok ihmal ettiğimin farkındayım, ama söz... işlerimdeki yoğunluk da azalır azalmaz en kısa sürede ihmal ettiğim ziyaretlerimi gerçekleştireceğim. Beni anlayışla karşıladığınızı umuyorum ve yorumlarıyla beni yalnız bırakmayan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum (öyle bir cümle kurmuşum ki, sanki ardından "ikinci şarkımıza geçmeden önce... "diye bir cümle gelecek :-)) Hastalanmak insanı daha bi duygusallaştırıyor, hatta her duyguyu birbiri ardına yaşatıyor...Her yeni gelen yorumda önce, " canııım, bak, beni ihmal etmemiş..." diye bir minnet duygusuna kapılıyorum , hemen ardından da iade-i ziyarette bulunamadığımdan (ay bu nasıl bir kelimedir...yaşlanıyor muyum ne...) suçluluk duygusu hakim oluyor, ardından beni engelleyen işlerime karşı bir kızgınlık, sonra " yakında her şey düzene girecek" başlıklı bir umut... Artık bunun adına "sıyırmaya çeyrek kaldı" mı dersiniz, "yoğunluktan bunalma" mı dersiniz, ne derseniz diyin...
Bunca konuşana kadar yeni tarif yazardım belki ama o zaman bunlar içimde kalırdı, şişerdim:-)))
Affınıza sığınarak araya bir konuk aşçı daha alacağım...Ama çook lezzetli bir tarifle...Bu seferki konuğum eniştem...Buyursunlar...
Hani demiştim ya, eskiden, yakın çevremde bir yemeği çok güzel yapan biri varsa o yemeği yapma işini ona bırakır ben yeme işini üstlenirdim diye, işte hamsi tava da o yemeklerden biriydi. Anneciğim pek güzel yapardı, balığı çok severdi, hani denizden babam çıksa yerim derler ya, işte annem de onlardandı. Eee ne de olsa Rizeli, kan çekiyormuş işte… Annemi kaybettikten sonra sevgili eniştem aldı tavayı eline. Doğrusu iyi el almış annemden, resimdeki hamsi paluklari da onin eseridur. Laf aramızda sevgili eniştem Mahmut ( nam-ı diğer Mamuk) güzel yemek yapar. Hele bir mercimek çorbası var kiii, nazlanmayı bırakıp tarifini verdiğinde mutlaka yazacağım.
Neyse lafı uzatmadan hamsi tavanın yapılışına geçelim;

Hamsiler güzelce temizlenir. Zaten artık pek çok yerde temizlenmiş olarak satılıyor. Mısır ununa tuz katarak harmanlanır. Balıklar mısır ununa bulanır ve tavanın genişliğinde bir tabağa kuyrukları ortaya gelecek şekilde dairesel olarak dizilir.


Şekli bozulmadan tavaya kaydırılır. Kuyrukların ortasında kalan boşluktan 2 kaşık ayçiçek yağı dökülür. Bir yüzü kızarınca şekli bozulmadan bir tabak yardımıyla ters çevrilir, diğer yüzü kızartılır ve sıcak sıcak yenir.
Bana göre balık yerken limon sadece süsleme için kullanılmalı. Ben limonun balığın lezzetini bozduğunu düşünüyorum. Ölçü de vermedim, çünkü bu şekilde istediğiniz miktarda balık pişirilebilir.
Afiyet olsuuuun.

10 Nisan 2008 Perşembe

MİRİK KÖFTESİ

Hastalığım süresince beni merak eden, geçmiş olsun dilekleriyle moral veren herkese tekrar teşekkür ederim...İyi ki varsınız...

Bu hafta biraz daha iyiyim, en azından artık fısıltıyla değil de kısık bir sesle konuşuyorum:-)) Ama yeni bir tarif yazacak gücü bulamadım kendimde, ben de araya konuk aşçı alayım dedim (böylece eski blogumdaki tarifleri de aktarmış olacağım ;-)))
İlk konuğum halam ve bizim ayıla bayıla yediğimiz mirik köftesi...Halacığımın ellerine sağlık...

Benim baba tarafım Sivas’lıdır. Bu tarif de rahmetli babaannemin bize yaptığı, çok severek yediğimiz bir yemeğe ait. Babaannem ne zaman istesek yoğurması zahmetli olmasına rağmen bizi kırmaz ve yapardı mirik köftesini. Şimdilerde çocuklarımın da çok severek yedikleri bu yemeği sevgili halam yapıyor bize. Ne yalan söyleyeyim ben henüz yapmayı denemedim, halacığım her istediğimizde yapıyor, biz de afiyetle yiyoruz.

Eskiden, yakın çevremde bir yemeği çok güzel yapan biri varsa o yemeği yapma işini ona bırakır ben yeme işini üstlenirdim. Ama annemi kaybettikten sonra artık akıllandım, öğrenmem gerekenleri ertelemiyorum, yarının ne getireceği hiiiç belli olmuyor çünkü.
İşte bu yüzden ben de halam köfteyi yaparken baş ucuna oturdum, onun göz kararı yaptığı köfteyi ölçülendirmeye çalıştım. Bu arada köftenin adının nerden geldiğini de sordum.
Mirik köftesi Sivas’a özgü bir yemekmiş. Mirik fakir, yoksul anlamına gelirmiş, bu köfteye de, içinde et bulunmadığı için bu isim verilmiş. Doğrusu yoksul olmanın damak zevkinden de yoksun olmayı gerektirmediğine çok iyi bir kanıt bu köfte.
İşte ailecek büyük bir zevkle yediğimiz mirik köftesinin yapılışı.

Malzemeler;
½ kg ince bulgur
1 büyük soğan
yoğurt
2 kaşık salça
tereyağ
3 diş sarımsak
tuz, karabiber
dereotu
maydanoz
2 avuç un (halamı kızdırmamak için elinden alıp ölçemedim ama kıvama göre unu ayarlamak gerekiyor zaten)

Bulgur yıkanır, içine ince doğranmış maydanoz ve dereotu eklenir. Soğan rendelenir, bulgura ilave edilir ve yoğrulur. Arada az su ilave ederek yoğurmaya devam edilir. İki avuç unumuz ilave edilir, biraz daha su ilave edilip yoğurmaya devam edilir (çiğ köfte yapar gibi yoğrulur da yoğrulur) Hafif vıcık ama şekil verilebilecek kıvama gelince ister misket gibi ister biraz uzunca şekil verilir.
Köfteler mantı gibi haşlanır. Tabağa alındıktan sonra üzerine sarmısaklı yoğurt ve tereyağlı salçalı sos ile servis edilir. Afiyetle yenir.




4 Nisan 2008 Cuma

ERZİNCAN ÇORBASI

Uzun zamandır yayımlamayı istediğim ama bir türlü yapıp da fotoğraflayamadığım bir tarif bu: ERZİNCAN ÇORBASI. Bu çorba bizim aile çorbamız, soyadımızı taşımasının yanı sıra eşimin babaannesinden süregelen (daha öncesini ben bilmiyorum...) geleneksel bir lezzettir de diyebilirim. Tarifi babaanneden öğrenmek kısmet olmadı bana, haladan öğrendim... Uzun zamandır yapmadığımdan spontan bazı değişiklikler de yapmış olabilirim...
Bu çorbayı Lamanın Çorba etkinliği için yapmayı planlamıştım, hem de etkinliği gördüğüm ilk günden beri...

Zaten çok istediğim, yapacağım pastayı bile tasarladığım halde pastakolik etkinliğine katılamamıştım, son gündü ama hasta hasta o pastayı yapmama imkan yoktu. Sevgili arkadaşlarımın Diyet etkinliğine de yetişememiştim...Bari aile çorbamızı yapayım da çorba etkinliğine katılayım dedim...Bi koşu eksik malzemelerimi aldım çorbayı yaptım, fotoğrafını çektim, yazısını yazmaya başladım...link vermek için Lama'nın sayfasını açtım ki...Ohooo ben günleri karıştırmış olmalıyım ki Lama kapanış konuşmasını yapmış bile:-(( Üstelik bir Erincan çorbası daha var... (gerçi baktım tarifler farklı, herkes kendi yorumunu katıyor yemeğine) Ben de bıraktım yazmayı...
Araya bir pasta (fotoğraflanamamış), bir kurabiye, bir de yalancıktan parfe (tarifi yakında gelecek...) girdi...
Bu arada hastalığım yanımda içilen sigaraları engelleyemediğim için larenjite dönüştü:-((
Ben de bir zamanlar sigara içiyordum, ama sigaradan rahatsız olan veya hasta olan kimsenin yanında içmemeye özen gösterdim hep...Sırf eşim sigardan nefret ediyor diye içtiğim seneler boyunca evde bir kere bile sigara içmedim. Özgürlük kavramını başkalarını rahatsız edecek derecede serbest davranabilmekle karıştırmamak lazım...

Şu anda sesim hiiiiç çıkmıyor. Hatta biriyle telefonla konuşmaya kalksam, hasta olduğumu bilmeseler kesin beni fısıltıyla konuşan telefon sapıklarından sanacaklar...Durumum evde de genel bir sessizliğe sebep oldu...Ben sesimi yormamak için ve de zaten ancak o kadar çıktığından fısıltıyla konuşuyorum... baktım çocuklar da bana fısıltıyla cevap vermeye başlamışlar, ama farkında bile değiller:-)))) sanki benim kulaklarım da sesten rahatsız oluyormuş gibi ben fısıldadıkça onlar da fısıldıyor:-)))) Çok güldüm hallerine. "Size noluyor, siz niye böyle konuşuyorsunuz?" deyince farkettiler, onlar da kendi hallerine gülmeye başladılar...
Malum rejimdeyim, baktım salatalık bitmiş...eşimi aradım gelirken alsın diye...Ama bende ses çıkmıyor, telefonda fısırfısır salatalık diyen bir ses...hani korku filmlerinde fısıltıyla konuşan telefon sapıkları vardır ya, aynen o hesap...Akşam boyunca eşim fısıltıyla ve biraz da heceleri uzatarak, "salatalıııkk...salatalıııık" diye eğlendi benimle:-)))
Konuşmayı ziyadesiyle seven ben, sesim çıkmayınca kendimi yazmaya verdim, ama yeni tarif ve resimler eklemeye gücüm yetmedi...Zaten resimleri ve taslak yazısı hazır olan çorbayı yayımlayayım bari dedim...Bir başladım yazmaya, ooo konuşamayıp içimde biriktirdiklerimi tıkır tıkır döşenmişim... Halim olsa neler yazacaktım kim bilir:-)) Neyse, bundan sonra daha keyifli haberler veririm umarım...
Eh, artık çorbaya geçmenin zamanıdır...
Malzemeler:
  • 100 gr. kadar yağsız kıyma
  • 1 yumurta
  • 1 limonun suyu
  • 3-4 yemek kaşığı yoğurt (tepeleme)
  • 4-5 diş sarmısak
  • 1 yemek kaşığı salça
  • 3 yemek kaşığı un
  • 1 lt. su (az gelirse ilave edilebilir)
  • Tuz
  • Karabiber
  • Tereyağ
  • Nane
  • Biraz spagetti makarna (dereotu demeti kadar, tuhaf bir tanımlama oldu ama göstermeden başka türlü de tanımlayamadım:-))) Makarna yerine erişte de kullanılabilir ama özellikle yarım paket pişirilmiş makarnanın kalanı 2-3 sefer çorba için kullanılabilir, demek ki yarım paket makarnanın yaklaşık 1/3 ünü kullanıyoruz:-)))

Kıymaya sadece tuz ve karabiber ilave ederek nohut büyüklüğünde toplar yapıyoruz. Kıyma toplarını birbirine yapışmaması için un koyulmuş tabağa koyuyoruz ve arada tamamen una bulanmaları için tabağı sallıyoruz. Suyu kaynatıyoruz, yarısını bir tencereye boşaltıp,suda açtığımız 1 kaşık salçayı ekliyoruz, elenerek fazla unundan arındırılmış köfteleri, 2-3 cm. olarak kırdığımız spagetti makarnayı bu suda haşlıyoruz. Diğer tarafta derin bir kapta tabakta kalan unu, limon suyunu, yumurtayı ve yoğurdu boza kıvamına gelene kadar karıştırıyoruz, içine ezilmiş sarmısağı ilave ediyoruz.

Makarna pişme kıvamına geldiğinde kaynamakta olan suya bu karışımı azar azar dökerek ilave ediyoruz ve karıştırıyoruz. Kalan kaynamış suyu da ilave ediyoruz. 1-2 taşım daha kaynattıktan sonra, bir tavada erittiğimiz tereyağında naneyi yakıp çorbanın üzerine çozurdatıyoruz. Böylece ilk çorba tarifimizi de eklemiş oluyoruuz.

Afiyetler olsuuuun.

Not: Bana geçmiş olsun dileklerini ileten ve yorumlarıyla moral veren herkese çok teşekkür ederim

1 Nisan 2008 Salı

PÇDS-20 ve KURABİYE ÇEŞİTLEMESİ

Yazmaya nerden başlasam bilemedim...Bir haftadır her bakımdan bir yoğunluk, bir talihsizlik, üstüne bir de hastalık durumları... Geçtiğimiz günlerde sonlanan bir sürü güzel etkinlik oldu ve malesef ben hiç birine katılamadım, oysa herbiri için neler yapacağımı daha etkinliği gördüğüm günlerde tasarlamıştım... İşlerin yoğunluğuna çocukların ödevleri, sınavları, bir de üstüne kızımın ilk yarışma telaşı eklenince yapmayı tasarladıklarımın hepsi son hafta sonuna kaldı... Son zamana bırakılan her işte olduğu gibi bunda da aksilikler eksik olmadı...

Yazsam mı yazmasam mı karar veremediğim bir talihsizlik yaşadım önce (talihsizlik mi demeli aptallık mı bilemedim aslında...) Çok sinir bozucu bir şey...Cep telefonumu tuvalete düşürdüm. Evet yanlış okumadınız tuvalete... (nasıl yaptın bu salaklığı diye düşünüyorsunuz biliyorum, bu yüzden yazmasamıydım diye düşündüm işte...) Kartımı kurtardım, ama blogum için kullandığım fotoğraf makinemi, yani telefonumu ve telefon hafızasına kayıtlı olan bir çok numarayı kaybetmiş oldum. Üzüntü, sinir bozukluğu, kızgınlık...hepsi birbirine girdi.


Hafta sonunda canım kızımın ilk yarışma (ritmik cimnastik) heyacanını paylaştık...Daha çok yeni olduğundan elbette yarışmada derece ya da yüksek bir puan almak gibi bir kaygımız yoktu. Bu sadece ortama ısınma, tecrübe yarışmasıydı bizim için, ama yine de o heyecanı yaşamak, prensesimi yeşil mayosu içinde serisini tamamlarken trübünden seyretmek, yaşadığı keyifli saatlere tanık olmak çok güzeldi...
Ertesi gün çocuklara süpriz olsun diye birer mini pasta yapmaya karar verdim. Yeni kalıplarımı denemek için de bir fırsat olur diye düşündüm.
Kızımın sınıf arkadaşının annesi, zarif arkadaşım Fatmacığım Tchibo'da pasta malzemelerini görünce hemen beni hatırlamış ve pasta dekor kalıpları ile ayarlı pasta çemberini almış benim için. İnce düşünceli arkadaşımın bu hediyesi beni çok duygulandırdı...Fatmacığım tekrar teşekkür ederim...Ama ne yazık ki, yaptığım pastacıklar daha süsleme aşamasında çocukların saldırısına uğrayınca fotoğraf karelerinde yer alamadılar...Büyük bir irade gösterip rejime girmişken pasta yaptım, parmağıma bulaşan kremayı yalamanın vicdan azabını çektim, ama fotoğraf çekemedim...

Vee gelelim kurabiyelere (uzun süre yazmayınca çenem mi düşüyor ne...) Bu kurabiyelerin yapım amacı da yok yok topkeklerinkiyle aynı; okul sonrası, kurs öncesi atıştırmalıklar...
Kelebek şeklinde olanlar dut kurusu ve damla sakızlı, çiçek şeklinde olanlar ise antep fıstıklı...Kurs saatini bekleyecek çocukların başharflerinin yer aldığı saplı çiçek kurabiyeler ise sade (çocuklar her zaman yeniliklere açık olmayabiliyor, neme lazım...).
Bu kurabiyeler aynı zamanda PDÇS-20 için davet gönderen sevgili arkadaşım Canan - http://mucizembenibul.blogspot.com/ için...


Kurabiyenin hamuru temel olarak aynı:
Çeşitleme için;
  • 1 avuç dut kurusu
  • 2 parça damla sakızı
  • 1 avuç antep fıstığı
Hamuru hazırladıktan sonra yarım saat kadar buzdolabında bekletiyoruz. Daha sonra hamuru 3'e bölüyoruz. Sade olan hamuru kalıplarla kesip çubuklara geçiriyoruz. (pişip soğuduktan sonra üzerine şeker hamurundan harfler ile süslüyoruz) Kalan hamurların birine damla sakızı ile beraber blenderdan geçirilmiş dut kurusunu, diğerine yine blenderdan geçirilmiş (ama çok ufalanmamış) antep fıstığını ilave ediyoruz. Birer avuç olarak hazırladığım ek malzeme, ben sade kurabiyeleri fazla yapınca arttı (pek artırımlı oldum bu aralar...)Malzeme miktarı yapılacak çeşide göre ayarlanabilir.
Ben rejimde olduğumdan sadece minicik bir parçanın tadına bakabildim (iki farklı minicik :-)...şu rejim bi bitsin, o kedinin ciğere baktığı gibi baktığım antep fıstıklarının da kurabiyelerin de hakkını vereceğim...) Önce evdekiler sonra iş arkadaşlarıma tattırdım ve gözlerinin içine baktım, ne diyecekler diye...Sonuç oldukça başarılı...kıyır kıyır lezzetli kurabiyeler.
Özellikle çocukların beğenmesi benim için çok önemliydi. Çünkü onlar asla beğenmediklerine güzel demezler. Aceleyle yapılmış şekillerini de tadını da çok beğendiler. Sabah kalktıklarında üzerine şeker hamuruyla adlarının başharfi yazılmış kurabiyeleri görünce yüzlerindeki ışıltıyı görmek tüm yorgunluğuma değdi...Bu yüzden çocuklar için bişeyler hazırlamayı çok seviyorum...
Özellikle dut kurusu ve damla sakızlı olanı çok değişik ve hoş oldu..Deneyin bakalım, siz de sevecek misiniz...Afiyetler olsuuuun.

26 Mart 2008 Çarşamba

YOK YOK TOPKEK


Ben cupcake demekten hoşlanmıyorum...Zaten dilimize girmiş bir sürü yabancı kelime var, onlardan kurtulmak gerekirken yenilerini eklemeye hiç gerek yok. Topkek hatta kağıtlı kek bile dense olur, yeter ki Türkçe olsun...Arada farkında olmadan ben de kullandıysam özür dilerim, dilime biber süreceğim (elime de mi sürsem...)

Çocukluğumda pastanelerde uzun, kağıtlı mini kekler satılırdı, muzu soyar gibi kağıdını soyar yerdik. O zamanlar o keklerin adı benim için kağıtlı kekdi. Belki başka şekilde adlandırılıyordu ama benim çocuk düşüncemde kağıtlı kek...

Ne güzel adlandırır çocuklar, en yalın en anlaşılır haliyle. Mesela, ikizlerim küçüklüklerinden beri (aman sanki şimdi pek büyükler de...)dışarda yemek yemek istediklerinde "yemekçiye gidelim" derler. Hala kullanıyorlar yemekçi kelimesini...Ne kadar net, anlamlı bir ifade şekli...

Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken onun çocuğunun da aynı kelimeyi kullandığını öğrendim...Çocuklar ortak paydada buluşmayı büyüklerden iyi beceriyorlar. Galiba büyüdükçe herşeyi bozuyoruz, biz olmaktan uzaklaşıp keklerimiz gibi kalıpların içine giriveriyoruz (bu lafı da keke bağladım ya, helal olsun...) Çocukça bir özgürlükle aklımızdakini değil söylenmesi gerekeni söylüyoruz... Ve malesef bu arada farkında olmadan güzel Türkçemizden de uzaklaşıyoruz. Halbuki millet olmanın, biz diyebilmenin temeli değil midir dil...Dilimizi kaybedersek nasıl biz oluruz...Ancak biraz ondan biraz bundan oluruz (benim kek gibi...bu durum keke yakışıyor ama insana yakışmıyor), ama BİZ olamayız.

Çoğumuz (ki bu çoğunluğa malesef ben de dahilim) yazışmalarda kestirme olsun diye ok. kullanıyoruz...Virüs gibi birşey bu bozuk konuşma şekli... Biri güzel bir Türkçeyle konuşsa etkilenip onun kelimelerini kapmayız da, "oha falan oldum yani" gibi laflara balıklama atlarız...

Sıfata önad, zamire adıl dedirtmeden önce save ettim yerine kaydettim, okey yerine tamam demeyi öğretelim çocuklarımıza... (yeni moda bu, benim çocukluğumda sıfat sıfattı, zamir de zamir, yok o zaman da vardı bu kelimeler diyorsanız, ya ben o kısmı atlamışım ya da çocukluk dönemlerimiz denk gelmiyor)

Amacım öğüt vermek değildi elbette ama arada bazı şeylerin hatırlanmasındave hatırlatılmasında fayda var diye düşünüyorum...

Çocuklardan bahsettiğim kısmı da geçtim bakalım nasıl bağlayacağım lafı keklere...İyisi mi direk geçiş yapayım:-)))

Efendim, bu topkekler dün çocuklar için yapıldı...Okul çıkışı yüzme kursuna gidiyorlar ve arada kalan zamanda tost most, ıvır zıvır atıştırıyorlardı... Ne zamandır bişeyler hazırlayayım diye düşünüyordum ama Salı günü eve geç gelindiğinden (jimnastik antremanı yüzünden...hayatımız kurs oldu...bu yüzden denemek istediğim tarifler hep erteleniyor, hemen de konudan kaydım, ne dertliymişim meğer...) sadece düşünme aşamasında kalmıştım. Önceki gece yatmadan malzemeleri hazırladım, ki sabah kalkınca ondan bundan karıştırıp evden çıkmadan keki pişireyim... Unu bile eleyip hazırlamışım da kabartmatozu var mı diye bakmamışım... Yapmaya başladıktan sonra geri de dönemedim... Allahtan karbonat vardı da biraz karbonat biraz soda yardımıyla olayı kurtardım...

Gözüme takılanı kattım keke, bu yüzden adı yok yok topkek, hiç de fena olmadı.. hatta en acımasız eleştirmenler olan çocuklar ( benimkiler ve saz arkadaşları...) beğendiğine göre fena olmadı değil, güzel oldu diyebilirim :-)))

Lafı uzattım ve bayılttım biliyorum, tamaaamm kızmayın... tarife geçiyorum...

Malzemeler:
  • 3,5 bardak un (elenmiş)

  • 3 yumurta

  • 1/2 bardak soda

  • 1/2 bardak süt

  • 3 kaşık labne peyniri

  • 1/2 bardak sıvı yağ

  • 1 bardak şeker (keki tatlı seviyorsanız şeker biraz artırılabilir)

  • 1 paket vanilya

  • 1 paket kabartma tozu

  • 1 yemek kaşığı limon suyu

  • 1/2 bardak damla çikolata (aslında ben 1 avuç koydum sanırım yarım bardak eder:-))

  • File fındık

  • File badem

Sabah sabah gözüme takılanlar bu kadardı:-)))


Yapılışına gelince...Yumurtaları çırpıyoruz, şekeri ilave edip çırpmaya devam ediyoruz. Sütü, sodayı, yağı, labne peynirini, limon suyunda foşurdatılmış karbonatı ilave ediyoruz. Unu ve vanilyayı bir kaba eliyoruz. Unu da karışıma ilave ettikten sonra iyice karıştırıyoruz. Karışımın bir kısmını kağıt kalıpların içine birer kaşık birer kaşık koyuyoruz. Üzerlerine ayrı ayrı file badem ve file fındık serpiştiriyoruz. Kalanına damla çikolata ilave edip kalan kalıplara da bu karışımdan birer kaşık koyuyoruz. Önceden ısıtılmış 175 C fırında yaklaşık 25 dakika pişiriyoruz ( bu süre ve sıcaklık fırına göre değişebilir, mesela benim emektar 175 e yükseltmeden hallediyor işi :-))


Bu şekilde tam 24 adet topkek çıktı ama... işgüzar tamirciler vardır ya, tamirat sonunda "bu parça arttı" derler hani... ben de kek karışımını artırdım:-))) 24 top kekin üstüne bi de küçük boy yuvarlak kek çıkardım. Eh bu kekler pişsin diye beklerken de işe geç kaldım:-)) Neyse ki beklememe ve geç kalmama değdi...Afiyetler olsuuuun.


24 Mart 2008 Pazartesi

EN GÜZEL PASTA


Yeni bloğumuz ve Nazar Etkinliği, ardından 1. Ankara Buluşması derken ayın sonuna yaklaştık...Kafamda şekillendirdiğim bir sürü tarif vardı bu ay sonuna kadar yayımlanacak, öyle güzel etkinlikler vardı ki...Ama ayın sonuna 5 kala bunların kaçını gerçekleştirebilirim ya da gerçekleştirebilir miyim bilmiyorum... Dolayısıyla sevgili Sevil'in En Güzel Pasta Yarışmasına katılmam için yaptığı nazik davete karşılık verebilmek için yeni bir pasta yapma imkanım ne yazık ki olmadı. Ama Sevil'i kırmak da istemedim.

Bir ay kadar önce komşum Ayşe ablanın torunu için sipariş verdiği doğum günü pastası geldi aklıma...Henüz yayımlamaya fırsat bulamadığım tariflerden biri...Oylamaya katılmak için belki çok geç... ama benim için bu önemli değil...etkinliğe yeni bir renk katmış ve sevgili Sevil'i kırmamış olmak yeterli benim için...


Çok kısıtlı bir sürede hazırlanması gerektiği için hazır pastaban kullandığım ve pastanın kreması için gülbahçesi pastamdaki pastacı kremasının aynısını kullandım.

Pastanın üzerindeki pamuk prenses doğum günü çocuğu Gizem'in isteğiydi. Ben de klasik köprü üstünde pamuk prenses ve yedi cüceler süslemesi yerine farklı birşeyler yapıp pastanın kenarlarını da file fındık ve çikolatalı ayıcık bisküvilerle kapladım. Gizem de arkadaşları da pastayı çok beğenmişlerdi.

Daha önce yaptığım pastalara bakıyorum da, blogcu olmak ve blogcuların paylaşımlarından yararlanmak ne çok şey öğretmiş bana. Eski pastalarıma bakınca şimdi olsa şunu şöyle yapardım dediğim ne çok şey var...Fırsat bu fırsat eski blogumdaki, blogculuğa ilk göz kırptığım zamanlarda yaptığım pastaları ekleyeyim de eskisi yenisi, düzgünü eğrisi hepsi bir arada olsun. İşte ilk iki ekleme...Her zamanki gibi ilk yayımlandıkları haliyle... Birincisi İkizlerimin doğum günü pastası ...



2.11.2007







Sonunda uzun zamandır denemeyi istediğim pastayı yaptım. Kızım sabırsız davranmasa şekli daha düzgün olacaktı ama ilk deneme için fena sayılmaz, tadı da çok güzel olmuştu :-))))


Vee kelebek pastam


15.11.2007




Aslında bu pastayı yapalı çok oldu, hatta ablamın isteği üzerine doğum gününde ona kakaolu ve renkli bonibonlarla süslenmiş (ne yazık ki fotoğraflanamamış) ikincisini de yapmıştım ama resmi eklemek bugüne kısmet oldu. Yoğunluktan fırsat bulup da resimlediğim tarifleri yayınlayamadım bir türlü, haftaya bu işe biraz zaman ayırsam iyi olacak...

Gelelim kelebek pastaya; yapımı kolay sunumu ve süslemesi de bir o kadar keyifli ve güzel. Ben Uno'nun hazır pastabanını kullandım bu pasta için. Keki ortadan ikiye ayırıp sırt sırta yerleştiriyouz, düz kenarlarının orta kısımlarından küçük birer üçggeni kesip çıkarıyoruz ve işte kelebeğimiz hazır. Arasına istediğimiz meyveyi (ben muzu tercih ediyorum) koyabiliriz. Krema olarak Dr. Oetker'in muzlu pudingi beni bile şaşırtacak kadar iyi sonuç verdi. Üzerini ister buradaki gibi renklendirilmiş krem şantiyle ister renkli şekerlerle süsleyebiliriz. İsterlerin bolluğundan anlaşılacağı üzere bu pastayı tamamen zevkimize göre şekillendiriyoruz ve sonra afiyetle yiyoruuuuz.

1. ANKARA BULUŞMASI





Veee Ankara buluşması gerçekleşti... İstanbul buluşmasının resimlerini gördüğümde pek imrenmiştim, daha blog dünyasına yeni yeni adım atıyordum o sıralar. İnsanların samimiyeti çok şaşırtmıştı beni, sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi...Zaman içinde anladım ki burası diğer sanal dünyalardan çook farklı, burada gerçekten çok içten, çok güzel dostluklar kurabiliyor insan...Yüzünü bile görmediği ama sıcacık dostluklar kurup, mutluluğuyla, üzüntüsüyle, türlü türlü paylaşımlarda bulunduğu insanlar için süprizler hazırlarken buluveriyor kendini... Bazen kendine yapılan bir süprizle gözyaşları süslüyor mutluluğu...




Sevgili Sevda harika bir düşünceyle bu özel dostlukları sanaldan gerçeğe taşımak üzere bir adım attı...


Bu yüzden, Ankara buluşması gerçekten özel bir buluşma oldu... Kimini daha önce yorumlardan tanıdığım kimini hiç tanımadığım birbirinden harika 12 insanla tanıştım...


Buluşmaya malesef biraz gecikmeli olarak gitmek zorunda kaldım...Dafne'nin kapısından girerken inanılmaz heyecanlandım; acaba kimler gelmişti, gelenler uyumlu insanlar mıydı, çok fazla gecikmiş sayılmazdım ama yoksa ben gelene kadar herkes dağılmış mıydı...İlklerin her zaman telaşlandırdığı ben, bu düşüncelerle girdim içeri. Birbirinden hoş bayanların yer aldığı masadan başların bana doğru çevrilip "blogcu?" denmesiyle grubu aramak zorunda kalmadan bir ohhh çektim...




Sobet ilerledikçe ilk gözlemimin doğru olduğunu anladım; herkes gerçekten birbiriyle çok uyumlu ve aynı kafadaydı... Öyle ki, çocuklardan memleket meselelerine kadar her konuda koyu sohbetler yapıldı, Sevda'nın isabetli seçimi sayesinde herkesin kendini çok rahat hissettiği samimi bir ortamda güzel dostlukların ilk adımları atıldı...


Bir süre sonra herkes birbirini daha önceden tanıyormuş hissine kapıldı, o kadar çok ortak noktamız vardı ki, sürekli birbirimizin sözlerini onaylar durumdaydık...




Bu buluşmaya katılabilmek için ilk kez ikizleri evde yalnız bırakmıştım ve bu yüzden planladığımdan daha geç olmakla birlikte nispeten erken kalkmak zorunda kaldım, ama aklım orda kaldı... Bu güzel sohbetin tadı da damağımda kaldı...Ama inanıyorum ve umuyorum ki bu buluşmaların devamı gelecek...




Sevgili Eda, Elif, Neriman, Yeşim, Begüm, Mine, Pınar, Betül, Aysel, Hülya ve Hülya...Hepinizi çok sevdim ve tanıdığım için çok mutlu oldum...Ve sevgili Sevda, emek harcadığın, seninle ve diğer arkadaşlarla tanışmama vesile olduğun için sana tekrar teşekkür ediyorum...


Not: Fotoğrafı diğer arkadaşların kararına saygı göstererek yüzleri flulaştırarak yayımladım.

21 Mart 2008 Cuma

ELEMTERE FİŞ KEM GÖZLERE ŞİŞ : NAZAR ETKİNLİĞİ

Nazara inanır mısınız??? Biz inanıyoruz… Ne kadar inanmıyorum deseniz de mutlaka sizin de maşallah, Allah muhafaza demişliğiniz hatta “tu tu tu maşallah” diyerek adınızı lamaya çıkartanlarınız vardır. Hatta içinizde işi daha da ileri götürüp “elemtere fiş kem gözlere şiş” diye nazar kaçırmaya çalışanlar da olabilir…işte bu noktada durumu ele almaya karar verdik.


Son günlerde blogcular üzerinde bir nazar dolanıp duruyor, hastalananlar, ameliyat olanlar, bilgisayarına virüs bulaşıp bilgisayarı çökenler…Biz de bir nazar etkinliği yapmaya karar verdik.



Aslında bu düşünce çok daha önce oluşmuştu, sevgili Ayşe'nin (Anneminkızıyım) ameliyat olacağını öğrendiğimde ona bahsetmiştim bu fikrimden, o da çok beğenmişti...Sonra bu fikri Sevgili Bilun ve Hülya ile paylaştım...derken etkinliklerimizi ve dostluğumuzu sürdürelim istedik ve yeni bir blog oluşturduk: BİR FİNCAN KAHVENİN 40 YIL HATIRI VAR.

Hepimizin ayrı ayrı yoğun dönemlerimize denk gelince sayfamızın, logomuzun dolayısıyla etkinliğimizin faaliyete geçmesi bir ay kadar gecikti, ama olsun geç olsun, güç olmasın ...



Artık her ay bu blogda yeni etkinliklerle birlikte olacağız. İlk etkinliğimiz NAZAR ETKİNLİĞİ…
Kimimiz nazar boncuğu deriz kimimiz göz boncuğu, kimimiz boynumuza takarız kimimiz kapımıza asarız…Hayatımızın bir noktasında mutlaka yeri vardır…Biz de istedik ki bunu yemeklerimize taşıyalım, nazar kovan yemekler, tatlılar, pastalar kurabiyeler yapalım, nazara gelmişlere şifalar pişirelim, nazardan korkmadığımızı dünya aleme gösterelim.


Sadece yemek, pasta, börek de değil isterseniz sizin tasarımınız olan, kendi yaptığınız nazar temalı elişlerini, nazarlıkları, resimleri vb. de göndererek katılabilirsiniz etkinliğe, ama mutlaka kendi yaptıklarınız, özgün çalışmalar olmalı...






Gerisi sizin yaratıcılığınıza kalmış artık…Hadi bakalım marifetli, yaratıcı, iyi niyetli bayanlar ve de baylar kolları sıvayın başlayın çalışmaya…


Etkinliğimizin son katılım tarihi 20 Nisan. Bu tarihe kadar hazırladığınız nazar konulu yemekler, pastalar , kurabiyeler ya da el işlerinizi (hatta bizim aklımıza gelmeyen ilginç tasarımlarınızı) adınızı, yaşadığınız şehir veya ülkeyi, blogunuzun adresini
kahvefincani@gmail.com adresine göndermeniz yeterli. Ama 21 Nisan'dan önce kesinlikle blogunuzda yayımlamayacaksınız. Katılımcılar diğerlerinden etkilenmemeli...Kendi özgün tasarımlarını yaratmalı...Bloğu olmayan arkadaşlar da hazırladıklarını aynı adrese gönderebilirler. Bol yaratıcılık dolu günler diliyoruz ve birbirinden güzel olacağından emin olduğumuz tariflerinizi bekliyoruz.