10 Kasım 2008 Pazartesi

İZİNDEYİZ ATAM


UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..

4 Kasım 2008 Salı

Uluslararası Arkadaşlık Ödülü / Friendship Around The World Award


Sevgili Eda beni böyle güzel bir ödüle layık görmüş. İlk kez duyduğum bu ödül dünya çapında arkadaşlarınız olan bloggerlarını tanıtmak amaçlı bir ödülmüş ...Ödül sürekli alıcı tarafından devrediliyor ve her alan kişi kendine gönderenden 1 fazla kişiye yollamalıymış bunu. Bu yüzden bayağı kalabalık bir liste oluyor.Ben ödülü devredene kadar sanırım benim arkdaşlarımın çoğu almış olacaklar:-))) Belki iki kez farklı kişiden yollanma durumları da olabilir.Ödülün hep aynı kişilerde dönmemesi için farklı isimler olmalıymış... Eda'nın söylediğine göre bu listenin orjinali 2 kişiymiş aslında, ödülü alan da bir fazla olmak üzere yani 3 kişi seçecekmiş..
Elimden geldiğince tekrar olmaması için blogları kontrol ederek listemi çıkarmaya çalıştım ama tekrarları kaldırınca listem Eda'nın ki kadar uzun olmadı tabii. E bi yerde böyle olacak, yoksa düşünsenize habire uzayan listelerle ödülü geç alanlar ne kadar zorlanır :-)))) Baktım ki böyle olmayacak ben de bazı arkadaşlarımın yaptığı gibi listemdeki tüm arkadaşlarıma ödülü göndermeye karar verdim:-)))
Edacığıma tekrar teşekkür ediyorum. Blog serüvenim boyunca yanımda olan, sevincimi üzüntümü paylaşan, fikirleriyle destek olan, paylaşımlarıyla bana yeni ufuklar açan blog sahibi tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız, hepinizi seviyorum.

28 Ekim 2008 Salı

60 KİŞİLİK DOĞUM GÜNÜ PASTASI - JUNGLE,SÜNGER BOB, NEMO DUYAN GELMİŞ -ŞEKER HAMURU YE #38

Eveeet işte canım ikizlerimin doğumgünü pastası, daha doğrusu doğumgünü pastalarının birincisi...Bu pastayı sınıf arkadaşlarıyla yapacakları kutlama partisi için hazırladım. İkisi farklı sınıflardalar, dolayısıyla davetli sayısı da fazla olacaktı, bu yüzden iki katlı yaptım pastayı ve böylece ilk iki katlı pasta denememi de yapmış oldum. Sonuç süperrr, kim tutar artık beni...

Pastanın temasını çocuklar kendi belirledi. Pelin orman hayvanları ile dolu jungle pasta isterken Barkın favori çizgi kahramanı sünger Bob'u istedi. Ben de böyle bir kompozisyonda iki isteği birleştirdim.


Açtım önüme hayvan resimlerini...başladım. İlk başta hava durumuna kafamı fazla takınca kitlendim, zira doğumgünü açık havada olacaktı (60 kişiyi nereye sığdırayım) ve bazı kanallar yağmur ihtimalinden bahsediyordu. Eğiyorum büküyorum yok, istediğim gibi olmuyor. Bıraktım. Elmalı kurabiye, mercimekli poğaça vb. hazırlıklara döndüm. Sonunda hava durumunu boşverip hayvancıklarıma geri döndüm ve sonuç önünüzde...


Şimdiye kadar insan figürü, çiçek, böcek denemiştim ama hayvan figürü yapmamıştım. Her bir figür ortaya çıktıkça daha da keyifle çalıştım. Pastanın üzerinde yer kalsa daha da yapacaktım, müthiş keyif aldım, aynı zamanda güven tazelemiş de oldum:-))))


Nehir kenarındaki taşları taş görünümlü çikolatalardan yaptım, çocuklar bayıldı...



En sevdiğim figür bu şirin aslancık oldu...



Arılarla iyi geçinirsen bal küpü senin oluuurr...



Su içerken timsaha dikkat!..

Var mı ağaç gölgesinde muz yemek gibisi...


Sünger Bob ve Patrick suyun içinde serinliyor, aaa Sünger Bob öyle rahatlamış ki kravatı bile atmış:-))))) (Ben de bu ünger Bob da bi tuhaflık var ama ne diyordum:-))))



Unutmadan, bu pastayı Yaman Ayşe'nin Şeker hamuru ye #38 etkinliğine gönderdiğimi de belirteyim :-)))
Pasta 60 kişiye rahat rahat yetti. Üst katın pandispanyası kakaolu, dolgu kreması pastacı kreması ve içi muzlu çikolatalı yaptım. Alt katın pandispanyası ise sade, içi sütlü çikolatalı ganaj yaptım.
Sonuç olarak yağmur yağmadı, çocukların gönüllerince koşturup eğlendiği, velilerin sonbahar renklerinin tadını çıkarttığı, herkesin pastayı ve diğer ikramları beğendiği inanılmaz güzel bir doğum günü oldu.
Canım yavrularım iyi ki doğdunuz, sizleri çok ama çoooooooooook seviyorum.

PROTESTO


Cumartesi günü ikizlerimin sınıf arkadaşlarıyla kutlayacakları doğum günü için hazırlık yaparken elmalı kurabiyeye neler koymuştum, şu figürü nasıl yapsam diye arada blogumu ve diğer blogları geziyordum. Öğleden sonra sanırım saat 4’e kadar bir sorun yoktu. Yazılarımdan birinde yazım hatası yaptığımı fark ettiğimde düzeltmek için kontrol panele girmeye çalıştım ama nafile, bir türlü bağlantı kuramadım. Ben de üzerinde durmadım, kapatıp pastanın hazırlıklarına devam ettim. Uğraştım didindim, güzzeellce hazırlıklarımı tamamladım. Pastanın resimlerini çektim. Hani blogumda yayınlayacağım ya… Akşam arkadaşım telaşla beni arayıp da bloggerin mahkeme kararıyla kapatıldığını, hiçbir bloga erişim sağlanamadığını söyleyince başımdan aşağı kaynar sular indi. Bırak pastayı yayınlamayı kendi yazdığım tariflerim, yazılarım hepsi uçup gitti…Daha sabah yedeklemeyi düşünmüştüm, ah ahhh bugünün işini yarına bırakma diye boşuna dememişler ki…Biraz ondan biraz bundan uydurduğum, tadını çok beğenip bloguma yazdığım tariflerimin hepsini hatırlamam mümkün değil ki…Hem üzgünlük, hem kızgınlık, hem bezginlik…ne hissedeceğimi şaşırdım.
Blogumu açıyorum…Mahkeme kararıyla engellendi yazıyor… Ne yapmışım ben? Ne yazmışım? Nasıl bir uygunsuz yemek tarif etmişim de benim blogum da kapatılmış? Bu nasıl adalet? Kurunun yanında yaşları da çatır çatır yakalım da uğraşmayalım mı demişler? Teknoloji çağındayken uygunsuz yazı ve blogları filtrelemek, insan haklarına saygı göstermek bu kadar mı zor? Teknolojiyi bir kenara itip, paylaşımları kapatıp, teksir kağıtlarına mı dönmek gerek?..
Aklıma ilk gelen yurt dışından birine blogumu kopyalayıp bana göndermesini rica etmek oldu. Hiç değilse tariflerimi tarif defterime (kağıttan olan) yazarım dedim. Neyse ki buna gerek kalmadan bu çağ dışı uygulama sona erdi. Haberlerde dinlediğime göre deliller toplanana kadar yasak kaldırılmış (ortalıkta nişasta, pudra şekeri falan bıraktıysanız hemen kaldırın, pastaların üzerinde de parmak iziniz kalmasın…:))), umarım sonrasında da yapılan hata fark edilir ve çok güzel paylaşımlar yaşadığımız bloglarımız kapatılmaz.
Şimdi protesto yazısıyla gölgelemek istemediğim pastamın resimlerini ayarlamaya gidiyorum (gidiyorum lafın gelişi, nereye gidicem, bu programı kapatıp diğerini açıcam… aaayyyyy ayarımı bozdu bu kapatma benim yaaa…)Hepinizi kocaman öpüyoruuum

14 Ekim 2008 Salı

SARIYER BÖREĞİ ve P.D.Ç.S.E 27


Bugünlerde havalardan mı koşuşturmacadan mı bilmem elim bir türlü yeni yazı yazmaya gitmiyor. Sevgili Birsel'in Etkinlik davetine katılacağımı bildirmiştim.Baktım etkinlik zamanı geçiyor tembelliği bırakıp yazmaya başlama zamanı dedim. Bu sırada farkettim ki bu böreciğin resmi aylar öncesinden taslaklara kaydedilmiş de yazısını bekliyor. Daha fazla beklemesin diye de yazmayı planladıklarım ikinci bir emre kadar rafa kaldırıldı...
Öyle çok birikmiş ki tarifler, bir gün izin alıp, yazıp, sıraya mı koysam hepsini acaba... Yok yok, o günü de evde kalan işlerle boğuşarak ya da fırsat bu fırsat deyip film seyredip yan gelip yatarak geçiririm kesin. ikinci ihtimal daha zayıf tabii ama tarifleri toparlama ihtimali kadar değil:-))
Neyse, geçen gün televizyonda bir dizi de diyordu "fazla zorlama, nasılsa herşey olacağına varır".

Eskiden her İstanbul'a gidişimizde mutlaka Sarıyer Börekçisinden Sarıyer Böreği alır, sahilde çaybahçelerinden birinde yerdik. Açık havada yenen böreğin tadı da bir başka olur. Hala sahilde çaybahçelerinde oturmayı özlüyorum. Anneannem Büyükdere'de otururdu, senede birkaç kez İstanbul'a giderdik... annem anneanneme çok düşkündü ve İstanbul'a gitmek için mutlaka bir bahane bulurdu. Anneannem vefat ettikten 1,5 sene sonra da isteğini yerine getirmek üzere son kez götürdük onu İstanbul'a...

Aslında yazıyı fazla uzatmadan tarife geçmekti niyetim ama Sarıyer deyince anneciğimi ve anneannemi anmadan geçemedim. Mekanları cennet olsun...

Artık toparlanıp tarife geçme zamanı ( yazıyı gecenin bi vakti yazınca böyle oluyor işte:-))
Bu tarif lezzette Sarıyer Börekçisinin böreğini aratmıyor gerçekten, hatta laf aramızda onunki kadar yağlı da değil:-))) Şiddetle tavsiye ediyorum...

Malzemeler;
  • 4 yufka
  • 250 gr. kıyma
  • 4 büyük soğan
  • 1 çay bardağı dolmalık fıstık
  • 1 çay bardağı kuş üzümü
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • tuz
  • karabiber

Yufka harcı için;

  • 2 su bardağı süt
  • 2 yumurta
  • 1 çay bardağı sıvıyağ
  • üzeri için 1 yumurta sarısı

Kıymayı içine birşey katmadan kavuruyoruz. Başka bir kapta 1 çay bardağı ayçiçekyağı ile soğanları ve fıstığı birlikte kavuruyoruz, soğumaya bırakıp ılındıktan sonra içine kavrulmuş kıyma ve üzümü ilave edip kısık ateşte 10 dak. kavuruyoruz. Tuz ve karabiber ilave edip soğumaya bırakıyoruz.

Yufka harcı için yumurtaları çırpıyoruz, sonra yağı ilave edip çırpıyoruz, en son sütü ilave ediyoruz. Yufkayı açıp sıvı harçtan her yerine sürüyoruz. Soğuyan kıymalı harcı yufkanın ortasına şerit halinde koyuyoruz. Yufkayı D şeklinde katlayıp içteki harcın üzerine gelmeyecek şekilde katlanan parçaya tekrar sıvı harç sürüyoruz, rulo şeklinde sarıyoruz. (ilk fırsatta tekrar yapıp bu aşamaları da fotoğraflayacağım) Tüm yufkaları bu şekilde sarıp tepsiye diziyoruz. Artan yufka harcından yufkaların her yerine sürüyoruz. Üzerine yumurta sarısı sürerek 200 derecede kızarana kadar pişiriyoruz.

Afiyet olsuuun.

6 Ekim 2008 Pazartesi

MEMMECİM GİDİĞİ


Bu başlığı gördüğünüzde çoğunuzun "bu da nesi" dediğinizi tahmin edebiliyorum, zira ilk duyduğumda ben de böyle söyledim. Dinledikçe farkettim ki hızla adetlerimizi, o sürekli övündüğümüz kültür mozaiğimizi, değerlerimizi kaybedip bize ait olmayan bir yapının içine sürükleniyoruz. Ne kadar açıklayıcı oldu değil mi:-)))
Peki baştan başlayalım. Bu sefer bir yemek tarifi yok, onun yerine yeni öğrendiğim ve öğrenmekte bu kadar geciktiğim için utanarak anlatacağım bir geleneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Utanıyorum dedim, zira bu gelenek babamın memleketi olan Sivas'a ait bir gelenek ve ben bunu yeni öğrendim;

Arife günü kızım da heveslenerek bizimle oruç tutmak istedi, yaşı küçük olmasına rağmen hevesini kırmak istemedik, bizimle birlikte sahura kalktı ve iftar saatine kadar gık demeden tuttu orucunu. Akşam halama gittiğimizde bunu anlatınca halam kızımı sırtına alıp evde gezdirdi...Bu adeti hatırlıyorum, küçükken ilk oruç tuttuğumda bana da yapmışlardı. Pelin bu durumdan öyle keyif aldı ki, Barkın da heveslenip "yarın ben de oruç tutacağım" dedi ama geç kaldığını öğrenince hevesi kursağında kaldı, seneye bu lafını hatırlar mı bilmem.
Halamın "bana memmecime gelseydiniz ya" demesiyle memmecim gidiği adetiyle tanışmış oldum.

Sivas’ta bayramdan bir gün evvel, yani arefe günü çocuklar oruç tutar Memecim gezerlermiş. Çarşılarda gilikler ( bir çeşit simit) satılırmış. Memmecim giliği, 7 cm kadar çapında olan simitlermiş. Giliklerin 20 kadarı ipte dizili olarak Ramazan ve Kurban Bayramı arefesinde çarşıda satılırmış. Ortası delik, kandil simidine benzeyen giliği evde yapamayanlar çarşıdan alırlarmış.

Arife günü bayramlıklarını giyen çocuklar ellerine birer oklava alıp mahallelerinde "memmecim" gezmeye başlarlarmış. Ellerindeki oklavaya evden ilk giliklerini takan çocuklar geldikleri evin kapısına oklavayla vurarak ;

Memecimin havaası
Madelerin tavaası
Gökten rahmet
Yerden bereket
Amin amin...Bir gilik.

diye hepbir ağızdan şarkı söyleyen çocuklara ev sahibi akşamdan hazırladığı ’Memecim giliği’ni getirir, kendi eliyle çocukların sopalarına takar eğer gilik yoksa şeker, para, leblebi vb. vererek çocukları geri çevirmezmiş. Çocuklar kendilerine hediye veren ev sahibine övücü sözler söyleyerek, ’Allah daha çok versin... Bereket versin...’ sözleriyle evden ayrılarak bir başka kapıya doğru yönelirlerken hediye verilmezse ”Kazanın dibi yana...Kazanın dibi kurusun... Kazanın dibi patlasın... Kazanın dibi bakır, itler sürüsün takır takır...” diye beddua ederek oradan ayrılırlarmış.

Senede iki defa Ramazan ve Kurban bayramlarının arefelerinde uygulanan bu adet Sivas’ın eski mahallelerinde görülebilirse de artık eskiden olduğu gibi yaygın değilmiş.
Bu adeti ilk duyduğumda aklıma "cadılar bayramı" geldi .


Şaka mı şeker mi diye kostümleriyle dolaşan çocukları nerdeyse hepimiz duymuşuz veya seyretmişizdir.Ama bir Sivaslı olarak, her ne kadar hiç Sivas'ta yaşamamış olsam da, bize özgü ve ne yazık ki unutulmaya yüztutmuş bir adeti yeni öğreniyor olmak beni utandırdı doğrusu. Ben de buraya yazmak istedim. İstedim ki bilmeyen okusun, okuyan okumayana, duyan duymayana anlatsın. Uygulayamasak da adetlerimiz unutulmasın.

3 Ekim 2008 Cuma

BAYRAM ÇİKOLATALARIM


Bir bayram daha bitti akıp giden zamanda,
Hayat defterinden kopan bir kaç sayfa daha...
Eskiden, şekerler hazırlanırdı kapıya gelen çocuklara,
Baklavalar, börekler hep evde yapılma.
Günlük elbiseler olmaz, ille de bayramlık giyilecek,
Sonra başlardı evler arası köşe kapmaca.
Önce küçükler büyüklere gidecek,
Ellerinde ya bir kutu çikolata, ya da bir demet çiçek,
Kurulacak bayram sofrası, hep birlikte yenecek.
Ellerini kremlemiş, kolonya sürünmüş babaannem,
Ne de olsa her gelen onun elini öpecek.
Ne başucumda bekleyen rugan bayram ayakkabısı,
Ne bayram harçlıkları renk renk mendil arası,
Yok artık macun şeker, koshelva
Kalmadı bayramların o sihirli havası.
Sibel Erzincan

Nasıl başlasam yazmaya derken baktım çoktan başlamışım yazmaya... Bayramı Ankara'da geçirmek mi, kaybettiklerimi özlemek mi yazdırdı bu satırları bilinmez ama bildiğim bir şey varsa o da ne yazık ki bayramların artık sadece tatil anlamına geldiği.

Bu bayram beyaz ve sütlü kuvertür çikolata kullanarak çikolatalarımı kendim hazırlamak istedim. Çocuklar için tavşan şeklinde çikolatalar hazırladım, istedim ki bayram sabahı kahvaltıdan sonra ilk çikolatalarını ben vereyim. Sanki sadece bayramda çikolata, şeker yiyorlaşmışcasına iştahla ve heyecanla saldırdılar çikolatalara.
Sonra heyecanla kuzenleriyle birlikte komşu kapıları çalmaya gittiler, bayramlaşıp şeker toplamaya. Ama bizim çocukluğumuzdaki gibi olmadı...Kapıyı açmayanlar, açıp "ben seni tanımıyorum" deyip kapatanlar, çocukların şeker toplama yarışına bile kuşkuyla yaklaşanlar...



Bayram tatili uzun olunca Ankara bayağı boşalmıştı. (Ah keşke trafik hep böyle rahat olsa)
Hal böyle olunca fazla gelen giden de olmadı. Çikolataların çoğu da çocuklara kaldı...

Tahmin edildiği üzere "tamam istediğiniz kadar yiyebilirisiniz" dediğimin dakikasında tüm çikolataların dibine darı ekilmişti:))))))



Herkesin bayramını bir kez daha kutluyorum, bir çikolata almaz mısınız?..

24 Eylül 2008 Çarşamba

ÇİLLİ KIZ, ŞİPŞAK TARİFLER VE SOBE


Tam üç haftadır hiç bir şey yazamamışım. Hal böyle olunca herşeyi tek başlık altında toplamam gerekti:-))) Öncelikle neden bu kadar zamandır sizlerden ayrı kaldığıma değinmek istiyorum ve sizleri de ziyaret edemediğim için özür diliyorum.

Malum okullar açıldı...Benim gibi, iki çocuğu da okuyan anneler ne demek istediğimi gayet iyi anladılar, evet henüz proje ödevleri, performans görevleri, sınavlar falan tam gaz başlamadı. Ama okulların açılması bile başlı başına bir olay. Öyle okul alışverişindan falan bahsetmeyeceğim, benim derdim defter-kitap kaplamak. Üşenmedim saydım birinin defter-kitabı 26 tane, e bunlardan bende iki tane olduğuna göre etti mi sana 52 defter-kitap. O defterler kitaplar sadece naylon kapla kaplansa iyi, hiç yoksa en az yarısı istenen desen ve renkte kap kağıdıyla kaplanacak sonra üzeri naylonla kaplanacak. Etti mi sana 70 civarı kaplama...Hazır tak geçir kapları kullanma şansım da yok, zira artık defterler de kitaplar da boyut olarak hazır kaplara uymuyor. Sağolsun sevgili eşim tam üç tane kitabın naylonunu kapladı, taaam üç tanee. İstedikleri anda beceriksize yatıp işten kaytarma becerisi sanırım erkeklere genlerinden geçiyor. Ya da kadınların genelinde bir "evin Kezbanı" durumu söz konusu, zira bu konuda hangi kadınla konuştuysam aynı dertten muzdarip:-)

Üç haftalık yokluğun faturasını elbette defter-kitap kaplamaya yüklemeyeceğim. Basit bir şikayetle gittiğim doktor sonrası doktorumun bazı şüpheleri üzerine tahliller, tetkikler derken kabus dolu bir üç hafta geçirdim. Çıkan her sonuç bir sonrakine zemin hazırladı, kendimi en kötüsüne hazırlamaya çalışıyordum. Öyle bir şey ki, sonucu almadığınız için yakınlarınızla bunu paylaşıp onları da üzmek istemiyorsunuz ama bir taraftan da ya sonuç kötü çıkarsa diye geceniz gününüze karışıyor. Ayrıntılarla can sıkmayacağım. Sonuçta korkmam gereken bir durum olmadığını, doktorun şüphelerinin yersiz olduğunu öğrendim ve yüzüm gülmeye başladı:-)))Ama malesef doktorlarla işim bitmedi, zira bu tetkikler sırasında tesadüfen kolestrolümün ve karaciğer enzimleriyle ilgili değerlerin yüksek olduğunu öğrendim. Şimdi bunun sebebi araştırılıyor. Ama bu durumun endişelenecek bir şey olduğunu sanmıyorum.

Oooo ne çok dert yanmışım, sevmiyorum aslında olumsuz şeyler yazmayı. Bu yüzden de iyi haber alana kadar yazmak istemedim ve her ne kadar olumsuzluklardan bahsediyor gibi görünsem de aslında aldığım iyi sonucun mutluluğunu paylaşıyorum sizlerle...


Bu arada Pınarcığım beni sobelemiş, teşekkürler ederekten cevaplarıma geçeyim ki sıra tarife de gelsin:-))

1.İsminiz?
Sibel

2.Nerelisiniz?
Ankara
3.Yaşadığınız yer?
Ankara

4.Mesleğiniz?
Peyzaj Mimarı

5.Hobileriniz?
Pasta yapmaktan büyük keyif alıyorum ama yeterli zaman olması kaydıyla, sevdiğim bir iş bile olsa koştur koştur yapmaktan keyif almam. Bloguma ve yemek köşeme yazı yazmak, blogları takip etmek, yeni tarifler bulup denemek, pasta yapımıyla ilgili blogların arasında kaybolmak blogumu oluşturduktan sonra diğerlerinin önüne geçen hobilerim:-)) Kitap okumak, bu aralar fazla zaman ayıramasam da puzzle yapmak en keyif aldığım hobilerim.

6.Evli misiniz?
Evet .(Niye birden kendimi yarışma programında gibi hissettim ki acaba?)

7.Kaç çocuğunuz var?
10 yaşında ikizlerim var.

8.En sevdiğiniz yemek?
Hmmm. Blog dünyasına dalış yaptıktan sonra sevdiğim yemekler arasına o kadar fazla eklenen oldu ki ve bunların hepsi bana pıt pıt et, löp löp yağ ve kolestrol olarak dönüş yapıyor malesef :-( Ama çocukluğumdan beri patates kızartması ve zeytinyağlı barbunyayı çok severim, bir de mısırın her çeşidini.

9.En sevdiğiniz tatlı?
Cheesecake (hatta bu satırları yazmadan önce bile bir dilim limonlu cheesecake i mideye indirdim:-))). Altın kızlar dizisi vardı eskiden, aynı evi paylaşan ortayaş üstü 3 hatun ve fırlama bir anne... Gerçekten güzel ve eğlenceli bir diziydi. Gecenin bir vakti canları çeker, çıkar cheesecake veya dondurma alırlar öyle bir yerlerdi ki, senin de çıkıp alıp yiyesin gelirdi ama nerdeeeee...dizinin yayınlandığı dönemde öyle Algidalar, Pandalar, kutu kutu dondurmalar bile yoktu ki gecenin bi vakti çıkıp cheesecake bulasınız. O zamanın etkisi midir bilmem, hamileliğimde de cheesecake e aşermiştim, ama 10 sene önce bile her yerde cheesecake bulunmuyordu. Bulana kadar 3-5 yere sorduğumuzu hatırlıyorum.(tamam tamam kestim, bi tatlı sordunuz hayat hikayemi anlatıyorum, uzun süre yazmayınca böyle yan etkileri oluyo işte:-)))

10.Sevdiğiniz müzik türü?
Bu konuda çok fazla müşkülpesent değilim. O anki ruh halime,yorgunluk durumuma ve ortama göre her türlü müziği dinlerim. Araba kullanırken (yalnız başıma) özellikle sözlerine eşlik edebileceğim şarkıları avaz avaz söylemeye bayılırım. Bir tek arabeskle yıldızım barışmadı, mutlu bile olsan seni depresif hale getirecek bir müziği dinlemenin hiç bir getirisi yok bana göre...

11.Nerelere gitmek istersiniz?
Bu soru her sorulduğunda ilk tercihim hep İtalya olmuştur.
Ben de oyunu bozmuyorum ve Sevda'yı sobeliyorum.


Gelelim şipşak tarifler etkinliğinde Eda için hazırladığım Çilli Kız tarifine. Bu tarif aslında Çilli restoranlarında yapılan çilli kızın bir versiyonu. Kızım Çilli'de yediği tavuğu beğenince evde de benzer şeyler hazırlamak istedim ve doğal olarak adı da çilli kız oldu.


Yapılışı oldukça pratik;

Malzemeler (4 kişilik);

2 adet tavuk göğsü

1 yumurta

2 su bardağı galeta unu

3 yemek kaşığı susam

Tuz

Karabiber

Kızartmalık yağ


Tavuk göğsu şeritler halinde kesin, galeta ununu susamı, tuzu ve karabiberi harmanlayın. Yumurtayı çırpın, şerit halinde kesilmiş tavuk parçalarını önce yumurtaya sonra galeta ununa bulayıp kızgın yağda kızartın. Çilli kızınız hazır. Afiyet olsuuun.


Son olarak da hepinizin bayramı şeker tadında, keyfiniz yerinde olsun, İYİ BAYRAMLAR.

7 Eylül 2008 Pazar

İLK ÇİKOLATA DENEMELERİ VE GANAJLI PASTA


Bir heves gidip Tchibo'dan aldığım çikolata eritme makinesi kolum kırılınca hiç kullanılmadan aylarca mutfak dolabını beklemişti. Nihayet onun da sırası geldi. Enişkonun doğum gününü fırsat bilip uzun zamandır denemek istediğim çikolata kaplamalı pastayı denedim.
Aslında bir çok ganaj tarifine ve tanımına baktım önce. Ganaj çikolatanın süt ile yumuşatılmasıyla elde edilen bir iç dolgu malzemesi, pastanın üzerini kaplamak için kullanılan şekline ise glaze deniyormuş. Aradaki fark, glazenin ganajın iyice soğumadan önceki hali, yani daha sıvı olması. Bu açıdan bakıldığında benim pasta ganajlı değil aslında , çünkü iç dolgu kreması olarak her zaman yaptığım pastacı ktemasını kullandım:-)))


Pastaya geçmeden önce pastanın süslemesinde kullanmak için dayanamadığım bir lezzet olan çikolatayı hazırladım. Bunun için sütlü kuvertür çikolata kullandım. Benim makinede erittiğim çikolatayı dilerseniz siz de benmari usulü eriterek hazırlayabilirsiniz.

Önce çikolata hakkında birazcık araştırma yaptım. Her ne kadar çikolatayı sıfırdan imal edecek olmasam da fazla bilgi göz çıkarmaz...

Merak etmeyin, çikolatanın ham maddesi kakaoya kadar inmeyeceğim, sadece yararlı olacağını düşündüğüm bir kaç not...

Çikolatanın saklama koşulları 20-22 derecedir. Çok sıcak ve çok soğuk şartlarda bekletildiği takdirde formunda bozulma meydana gelir. Kesinlikle buzdolabında muhafaza edilmemelidir. Nem ise çikolatada biyolojik bozulmaya sebebiyet verir, bu nedenle ideal nem oranı % 60-65 dir. Çikolata çabuk koku alır. Bu yüzden çikolatanın kokulu ortamlarda bulunmaması gerekir. Çikolatanın erime ısısı 32 derecedir.

Çikolata yapımında temperleme adı verilen bir işlem yapılırmış, bu işlemle kakao yağına uygun kristal yapı verilerek, çikolataya sertlik, ideal kırılma, parlaklık, uygun muhafaza koşullarında beyazlamama özellikleri kazandırırmış, bu işlemi elle yapmak da, sıcaklığı 27 dereceye inene kadar çikolatayı bir nevi karıştırma işlemi...
Ben de tamamen eriyen çikolatayı kalıplara dökmeden önce çırpma teliyle karıştırarak soğuttum. Kalıplara döktüğüm çikolatayı biraz daha soğuyana kadar bekletip sonra iyice donması için dolaba koydum. Çikolatanın donması için 1-2 saat beklerseniz kalıplardan hiç zorlanmadan ve şekli bozulmadan çıkartabilirsiniz.


Pasta üstü için çikolatalarımız donarken pastamızı hazırlayabiliriz.
Akışkan haldeki soğumuş çikolatayı pastanın üzerine dökerek spatula yardımıyla kaplıyoruz, üzerini çikolatalarla ve renkli kremşantiyle süslüyoruz
Afiyet olsuuuuun.

2 Eylül 2008 Salı

HAŞHAŞLI ÇÖREK


Tatil dönüşü bir rehavetle işe başlar ya insan, hani sanki tatil devam ediyormuş gibi...Dakka bir gol bir burnunuzda bitiverir sizi bekleyen işler ve ilk günden tatilin o güzelim rehaveti yerini koşturmacaya terk ediverir, bayram seyran dinlemez toplantılar...

Hal böyle olunca ben de ne Zafer Bayramımızı kutlayacak ne de hayırlı ramazanlar dileyecek iki satır yazmaya fırsat bulamadım:-((

Fedakar ve inançlı bir milletin kahraman ordusuyla omuz omuza bizlere armağan ettiği şanlı Zafer Bayramımız kutlu olsun.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır...
Dilerim bu bayram sadece tatil günü ve bir dizi kutlama için yolların kapatılması olarak görülmeden her sene hakettiği saygıyı görür ve çocuklarımız bu bilinçle büyürler. Zira bu sene beni çok üzen bu tarz yorumlarla karşılaştım malesef...

İkinci olarak herkese hayırlı ramazanlar dileyerek tarife geçmeden önce, önceki yazımda bahsettiğim, beni mutlu eden gelişmeye sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bazı arkadaşlarımın tahmin yürüttüğü gibi kendi Cafe'me kavuşmadım henüz. Bunun için sanırım biraz uzun bir zamana ihtiyacım var:-(( Ama elde etmek için önce istemek lazım, değil mi?...

Evet, kendi Cafeme kavuşamadım ama kendi tariflerimi gönderebileceğim, yazı yazacağım bir köşem var artık...

Bir kaç ay önce yerel bir gazeteden yemek köşesini hazırlamam için bir teklif gelmişti. Ben de kabul ettim, tariflerimin farklı bir yoldan daha fazla kişiye ulaşacak olması fikri beni heyecanlandırdı. Ve geçen haftaki sayıda ilk kez tariflerim yayımlanmaya başladı ve ben de yazarlar sütununda yerimi almış oldum:-)) Gazeteye buraya tıklayarak gözatabilirsiniz.

Sizlerin de paylaşmak istediği, özellikle yöresel tarifleriniz varsa serzincan@gmail.com adresinden bana ulaştırabilirsiniz.

Haşhaşlı çörek tarifi gazeteye gönderdiğim ilk tarifti. Konyadan gelen haşhaş ezmesiyle yapıldığı için torpil yapıp ilk bu tarifi gönderdim:-)) Yapılışına gelince;

Hamuru mercimekli poğaçada kullandığım hamurun aynısı;
  • 2 yumurta (birinin sarısı üzerine)
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • 1 çay bardağı süt
  • 1 paket kuru maya50 gr. Margarin (oda sıcaklığında yumuşamış)
  • 3 su bardağı un ( unu azar azar eklemek lazım yumuşak ele yapışmayan bir hamur olmalı, duruma göre un miktarı ayarlanmalı)
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 çay kaşığı şeker

İç için;

  • Haşhaş ezmesi
  • 1 yemek kaşığı tereyağ

Hamur için tüm malzemeler karıştırılarak ele yapışmayan esnek ve yumuşak bir hamur hazırlıyoruz.

Haşhaş ezmesini 1 kaşık kadar tereyağda 1-2 dakika kavuruyoruz, ılımaya bırakılıp hamurumuzu 2-3 mm. kalınlığında açıyoruz. Haşhaş ezmesini hamura reçel sürer gibi sürüyoruz. Hamuru rulo şeklinde kıvırıp parmak kalınlığında dilimliyoruz. Dairesel dilimleri yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine diziyoruz ve üstüne yumurta sarısı sürüyoruz. 175 C lik fırında üzeri kızarana kadar (yaklaşık 15 dak.) pişiriyoruz. Afiyet olsun.